“Bu yalnızca bir puan kaybı değil. Bu, camianın genetiğine işleyen ve yıllardır kırılamayan döngünün devamı.”
Fenerbahçe, sezonun son düzlüğüne girerken artık her saniyenin, her kararın ve her adımın altın değerinde olduğu bir döneme girdi. Galatasaray’ın kazandığı bir haftada, Kadıköy’de Kayserispor karşısında sahaya yine aynı senaryoyla çıktı: temposuz, reaksiyonsuz ve kırılgan. Henüz 15. dakika dolmadan izleyen herkesin aklına gelen tek şey, bu filmi defalarca gördüğümüzdü. Aradaki puan farkı yeniden 6’ya çıkmışken, sezonun en kritik virajında sahaya bırakılan düşük enerji ve isteksizlik, Kadıköy’ü bile susturdu.
Aylar sonra ilk 11’e dönen El Nesry, sakatlıktan çıkan Diego Carlos gibi önemli isimlerin varlığı da ne yazık ki sahada bir fark yaratamadı. İlk yarıların çöpe gittiği, geriye düşmenin alışkanlığa dönüştüğü bir döngünün içindeyiz artık. Umutla oturduğumuz ekran başında, maçın daha başında yaşadığımız hayal kırıklığı yine aynıydı.
Ama işte bu düzenin ortasında bir istisna var: Talisca. Son haftaların yıldızı, her şeyin kötü gittiği bir anda yine sahneye çıktı. Teknik kapasitesine bu kez bitiriciliği de ekledi, adeta bir santrfor gibi tamamladı. Maximin’in bire birde rakibi eksiltmesiyle başlayan atakta Talisca’nın golü, oyuna tutunmamızı sağladı. Belki güçlü bir oyun yoktu ama “anları güçlü” oynayan bu takımda yıldızların etkisi bir kez daha skora yansıdı.
İkinci yarıda Mourinho, klasik refleksini gösterdi: sahadaki bütün hücumcuları oyuna sürdü, kaos futboluna geçildi. Bu hamle, yine maçı çevirdi. Ama yetmedi! Fenerbahçe, bir kez daha 2 defa geriye düştüğü bir maçı çevirip kazanmaya çok yaklaşmışken, son dakikada yediği golle sadece 2 puan değil, belki de sezonu da bıraktı. Şampiyonluk şansı hâlâ var mı? Kâğıt üstünde evet. Ama sahada gördüğümüzle bu ihtimalin gerçekliği arasında ciddi bir uçurum var.
Asıl sorun şu: bu takımda sistem yok, istikrar yok. El Nesry ve Dzeko aynı anda sahadaysa üçlü savunmaya dönülüyor, ama bu kez Maximin’in alanı kalmıyor. Talisca varsa oyunu açıyor ama çift forvet verimsizleşiyor. Bir yeri toparlarken başka bir yer dağılıyor. Kısacası, hâlâ “ne oynuyoruz?” sorusunun net bir cevabı yok.
Kadro mühendisliği de bu kafa karışıklığını yansıtıyor. Daha üç hafta önce kadro dışı kalması konuşulan Osayi, şimdi ilk 11’de. Maximin ise silinip dönenlerden. Bu kadar sallantılı bir yapı, bu kadar az hata kredili bir ligde seni her an çöküşe sürükler. O yüzden bu sezonun en önemli dersi şu: Bu teknik direktörle, bu yapı üzerine en az bir sezon daha gitmek zorundasın. Çünkü bir hocanın hatalarını tanıması ve düzeltmesi, yerine yenisini getirip yeniden keşif yolculuğuna çıkmaktan çok daha değerli. Değişim değil, süreklilik başarı getirir. Bunu her sezon baştan yaşayarak anlamak lüks değil, kayıptır.
Sonuç mu? Mutlak galibiyet için çıktığın bir maçta üç gol yiyerek Nisan ayında sezonu hedefsiz hale getirdin. Bu yalnızca bir puan kaybı değil. Bu, camianın genetiğine işleyen ve yıllardır kırılamayan döngünün devamı. Ve ne yazık ki bu döngü, artık sadece sahayı değil, tribünleri, yönetimi, hatta teknik ekibi de içine çekiyor.
“Bu yalnızca bir puan kaybı değil. Bu, camianın genetiğine işleyen ve yıllardır kırılamayan döngünün devamı.”