Kan, ter, gözyaşı derler ya… İşte tam da onun karşılığıydı bu maç. Bir tenis karşılaşmasından fazlasıydı. Bir irade savaşı. Raket değil, yürekler konuştu Philippe-Chatrier'de. Bu mücadele, tarihin tozlu sayfalarına sessizce değil, yankı bırakarak girdi.

Ezber bozacak kadar saçmaydı, ama bir o kadar da harikaydı. Kazanan kimdi, artık önemsiz. Çünkü o anın büyüsüyle, tenis sarhoşluğu çöktü üzerimize.

Roland Garros tarihinin en uzun maçına (5 saat) tanıklık ettik.

İki zıt karakterin topraktaki savaşıydı.

Bir yanda İtalya’nın kuzeyinden çıkıp gelen Sinner’in zarafeti, inceliği ve zanatkâr oyunu… Diğer yanda Güney Avrupa'nın tutkusu, ateşi ve yıkıcılığıyla kortta esip gürleyen İspanyol boğası Alcaraz. Dünya 1 numarası ve dünya 2 numarası...

Daha önce çok kez kortlarda ter döktüler ancak bir Grand Slam finali onlar için ilkti.

Sert kortun kralı Jannik Sinner, toprak kortun Nadal'dan sonraki veliahtı Alcaraz'a karşıydı.

İtalyan çok güçlü bir giriş yaptı ve 2-0 önde başladı. Fakat Alcaraz toprak kortta mücadele ettiğini hatırladı ve bir dirilişe imza attı.

Sinner 3 kez maç puanı fırsatını elinin tersiyle itti, Alcaraz sazı eline aldı ve repertuarındaki silahları tek tek korta döktü.

Fransa'da şampiyonluğa ulaşan taraf tekrar Carlos Alcaraz oldu ancak bu 2 tenisçinin yüksek nabızlardaki rekabeti konuşulmayı, yazılmayı hak ediyor.

3 büyük tenisçiden geriye kalan Novak Djokovic'in de sahneden yavaş yavaş çekildiğini görüyoruz. Tam da bu denklemde tenis severlere böylesine bir rekabet şarttı. Sporun doğası gereği şartlı refleksi...