John Duran: Fenerbahçe’nin Süper Kahramanı

Sezonu küllerinden toparlayan Duran… Bu kez belki de Fenerbahçe’nin şampiyonluk yolunu açık tutan golü attı.

Abone Ol

Derbi günü geldi…

Burada belki onlarca kez “kırılma maçı” dedim, “dönüm noktası” dedim; haklısınız, belki okuyucularımın başını da şişirdim. Ama bu kez durum bambaşka. Çünkü bu sadece bir derbi değildi. Bu maç, yıllardır süren talihsizliğin —evet, zaman zaman bahane diye yorumlanan ama çoğu zaman gerçekten yaşadığımız o kara talihin— Galatasaray’ın saha içi-saha dışı hakimiyetinin, kırılmış aidiyetimizin, yeniden doğrulmaya çalışan umudumuzun sınandığı bir yerdi.

Fenerbahçe 1 puan gerideydi.
Kazanırsa 660 gün sonra lider olacaktı.
Haftalar önce “Bu yıl hazırlık yılı olsun, hedef Avrupa olsun, bu takıma zaman tanıyalım” dediğimiz sezon…
Bir anda “şampiyonluk avuçta” noktasıyla karşımıza çıktı.

Burada kendime haksızlık etmeyeceğim ama bir öz eleştiri borcum var:
Bu sezonun bir inşa yılı olması gerektiğini savundum.
Yeni başkan, yeni hoca, yeni düzen… Hepimiz gibi ben de “yük onların omzunda olmasın, bırakın nefes alsınlar” diyordum.
Haksız değildim; ama eksikmişim.

Çünkü bazen süreç, takvim beklemez.
Bazen kader, bütün planların önüne geçer.
Tedesco, Sadettin Saran ve bu camia —beklemeyi reddetti.


Maça gelirsek…

Hafta boyunca GS medyasının Osimhen ve Lemina’nın sakatlığı üzerinden kurduğu algıya kimse kanmamalıydı. Ben en başından beri inanmadım.
Hatta daha öteye geçeyim:
USG maçında bile oynayabilecek oyuncuları ağır sakatlandığını düşünmüyordum.Bu durum;ülkenin futbol ikliminin saha dışında daha fazla oynandığını gösteriyor.

İkisi de 11 başladı.
İkisi de oyunun merkezine kazık gibi çakıldı.

Son haftalarda Fenerbahçe formda görünüyordu, evet. Ama bu camia kolay kanmamalıydı. Umarım Tedesco da kanmamıştır. Çünkü bir tarafta 4 yıllık yapı, ezbere oynayan bir sistem, birbirini tanıyan bir oyuncu grubu ve bir silahtan daha fazlası olan Osimhen varken; diğer tarafta doğru yolda ilerleyen ama hâlâ yolda olan, yeni kurulan bir Fenerbahçe vardı.

Ve acı futbol gerçeği şuydu:
Fenerbahçe’nin gol yeme biçimi ile Galatasaray’ın gol bulma biçimi birbiriyle kusursuz şekilde örtüşüyordu.
Biz oyun kurarken top kaybediyoruz.
GS tam o anlarda gol buluyor.
Bunu bilerek izledim maçı — özellikle Osimhen sahadayken GS’nin doğal favori olduğunu kabul ederek.

İlk yarı: Karakter kaybı

Bu kadar gerçek, bu kadar motivasyon ve bu kadar fırsata rağmen Fenerbahçe ilk yarıda sahaya hiçbir şey yansıtamadı.

Ne iç saha gücü,
ne önde baskı,
ne Tedesco’nun son haftalardaki yükselen agresif oyunu…

Hiçbiri yoktu.

Galatasaray da şahane oynamadı ama Fenerbahçe kendi karakterinden vazgeçince kontrolü rakibe hediye etmiş oldu. GS de Kadıköy’de son yıllarda edindiği o “alışkanlığı” kullanarak bulduğu fırsatları bir tık daha iyi değerlendirdi ve öne geçti.

Bu, GS için bulunmaz nimetti.
Ve yine aynı döngü…
Kadıköy’de Fenerbahçe’nin yıllardır süren derbi tutukluğu.
Sarı lacivertli taraf adına büyük hayal kırıklığı.

Galatasaray öne geçtiği her Kadıköy derbisinde yaptığı gibi oyunu öldürdü:
Yere yatmalar, tempo bozma, süre çalma…

Fenerbahçe ise buna karşılık verecek gücü bulamadı.

Ama kader…
Kader bu hikâyeye son sözü söylemeden maç bitmezdi.
90.⁠ ⁠dakikada sahneye yine o çocuk çıktı:John Duran.
Beşiktaş maçında Fenerbahçe’yi ayağa kaldıran, sezonu küllerinden toparlayan Duran…Bu kez belki de Fenerbahçe’nin şampiyonluk yolunu açık tutan golü attı.
Fenerbahçe kötüydü.Hayal kırıklığı yaşattı.Ama yenilmek…Felaket olurdu.

John Duran yine sahneye çıktı, yine camiaya nefes verdi.Resmen bir süper kahraman gibi.